Batılıların mottosu haline gelen “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” düşünce penceresinden 31 Mart seçimlerine bakıldığında yerel bir seçimmiş gibi görülürse de ümmet coğrafyasını, Ortadoğu’yu ve dünya siyasetini, enerji ve pazar arayışlarını bir on yıl dizayn edecek bir seçim olacağı aşikârdır.
36 siyasi partinin gireceği seçimde aday listelerindeki eksiklikler 22 Şubat'a kadar tamamlanacak ve geçici aday listeleri 23 Şubat'ta, kesin aday listeleri 3 Mart'ta ilan edilmiş olacak.
Türkiye; yedi bölgede, 81 ilde, 922 ilçede, 390 belde de insanlığı, kardeşliği büyütecek, iyilikleri, güzellikleri ve hayırları geliştirecek, çoğaltacak, yayacak, yeryüzünü mamur edecek 1393 başkanını seçmeye çalışacak umudundayız.
Hayırlı olmasını diliyoruz ve iyilikte, hayırda, güzellikte yarışacaklara fili ve kavli dualar etmeye devam edeceğiz. 30 Mart akşamına kadar Cumhur İttifakında, Millet İttifakında adaylar çıkarılmış olsa da yine tabanda ve tavanda yakınlaşmaların, birlikte çalışmaların olabileceği kanaatindeyiz.
Din, bayrak, vatan, mukaddesat üzerine birbirleriyle sorunları ve ayrışmaları olmayanların bir araya gelebilmeleri, batıya, emperyalistlere, küreselcilere karşı ortak paydada birleşe bilmeleri, Nebevi direnç, direniş, duruş ve çaba göstermeleri bu toprakların ve bu toprakların medeniyetinin gereği, bizlerinde beklenti ve isteklerindendir elbette.
Emperyalist küreselcilerin isteği, algısı, dayatması doğrultusunda din, bayrak, vatan, mukaddesat üzerinde birbirlerine ters düşenler, bu topraklara ve bu toprakların medeniyet değerlerine hizmet etmeyenler emperyalist sistemin içinde kalırlar ve onların çıkarları doğrultusunda değirmenlerine su ve buğday taşımaktan başka bir şey yapmamış olurlar.
Yakın tarihe baktığımızda bu gibi olayları, çabaları ve milletçe, ümmetçe düştüğümüz olumsuzlukları ve verdiğimiz ağır kayıpları çok rahatça görebiliriz.
Daha dün gibi üç kıtaya söz söylerken, Viyana Kuşatması sırasında Kırım Hanı Murat Giray’ın Osmanlıya ders vermek, önemsenmek, varlığını ve gücünü göstermek amacıyla kendisine verilen güzergâhların, geçiş yolların, köprülerin güvenliğini sağlamamış, düşman kuvvetler rahatlıkla Viyana Kalesine yardımları ulaştırmış, kalenin düşmesi uzamış, akabinde Osmanlı bozguna uğramış ve daha da ağırı Osmanlı Ordusunun yenilebilecek bir ordu olduğu batılı müttefiklerin zihinlerine yerleştirilmiştir.
31 Mart seçimlerinin işleyiş sürecine baktığınızda ittifaklar kendi içinde birçok parçaya bölünmüş gibi görünüyor ve bu bölünmüşlüğün arka planında Türkiye üzerine, Ortadoğu üzerine derin hesapları olan yine ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin’in gizli elini görebiliyoruz. Ülkemiz ve coğrafyamız üzerine sistematik kirli senaryolar eşliğinde sinsice siyasi oyunlarını oynanmaya devam ediyorlar.
Bu dış kaynaklı sinsi ve kirli dış siyasi oyunlar sadece Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında değil ittifakların içlerinde de, ittifakları oluşturan siyasi partilerin kendi içlerinde de devam ettiriliyor. Olabilecek makul işler bazen sarpa sarıyor, olması gerekenin dışına taşıyor ve olamıyor. Son dönemeçte, son adımın atılma anında bir bakıyorsunuz gece yarısı, sabahın körü gibi vakitli, vakitsiz anlarda, bazı gizli eller devreye giriyor, olabilecekler olmayı veriyor.
İç bünyede ki birliktelikler, yerel seçimler üzerinde oluşturulan bölünmüşlükler yamalı bohçalarda toparlanmaya çalışılsa da oluşan kırılmalar ve dökülmeler sonrasında ayrık otları gönül bahçelerini sarmaya başlıyor ve zamanla telafisiz kayıplar kapıların eşiğinde birikmeye başlıyor.
İl ve ilçelerin bir kaçını seçimde verebilirsiniz ve adaydandır, kırılmalardandır, bölünmüşlüklerdendir, stratejik hatalardandır, siyasi-ilmi çalışamamaktandır, çok başlılıklardandır, teşkilat içi kusur ve virüslerindendir denilerek, beş yıl boyunca sineye çekilebilir, çok da dert edilmeye bilir.
Bir sonraki seçimler üzerine düşülen bu hallerden dersler çıkartılırsa ve gerekli çalışmalar yapılırsa il, ilçe, belde seçimleri tekrar kazanılabilir.
Bu yaşanılanlar derin bir yenilmişlik ve büyük kayıplar da değildir ve partiler için, teşkilatlar için düşülen bu haller telafisi olacak hallerdir. Ama olup bitenlerden dersler çıkarılmazsa, ikinci kez aynı şehirler kaybedilirse işte o zaman ağır yenilgiler alınmaya, ağır faturalar kesilmeye, ağır bedeller ödenmeye başlanılmış olur.
Her ne kadar zaman hep ileriye doğru akmaya devam etse de, kişiler ve mekanlar değişmiş olsa da, teknolojiler gelişmiş olsa da, veriler çok çeşitlenmiş olsa da yaşadığınız zamana ait hadiselerle geçmiş arasında şaşırtıcı derecede tarifsiz benzerlikler görülür.
Tarih sürecinde oluşan bütün bu benzerlikler yeni bir durum değildir. İnsanoğlunun düştüğü bu haller insanın yaratıldığı ilk günden bu yana geçen zaman döngüsü çok şeyi yeniler, gün yüzüne çıkarır ve insanın iç bünyesinde harmanladığı nefsine yenik düşer, uzağa bakamaz, kurulan tuzakları, uzakları göremez ve zihin dünyasını, gönül dünyasını daraltmaya başlar.
Benim olsun, benden olsun demeye başlar, kendinden başkasını görmemeye başlar. Nefsinin gölgesinde büyüttüğü öfkelerle, sevinçlerle, nefretlerle, umutlarla, hayal kırıklıklarıyla, adandığı meseleye olan inanç ve benzeri duygularla, değerlerinden, eksen ve koordinatlarından sapmaya başlar.
İnsanoğlu zayıf, aceleci, bencil, nankör, hırslı bir fıtrat üzere donatıldığı için beş yıl, onlarca yıl ve yüzlerce yıl bu duyguları taşır, bunlarla var olmaya, kararlar almaya, yol yürümeye çalışır ve hayatını bunların etrafında planlamaya çabalar.
Baktığımızda aslında tekerrür eden tarih değil, tekerrür edenin yanlış bakış açılarından, bıkıp usanılmayan, tekrarlarına devam edilen kusurlardan, hatalardan, yanlışlardan, bencil takıntılardan başka bir şey değildir.
Tarihe baktığınızda büyük uygarlıkların böyle çöktüğünü, küf kokulu tarih sayfaları arasına gömüldüğünü görebilirsiniz.
Almanların Protestan filozofu Nietzche “sonsuz bir tekerrürden ibaret olan tarih' te, büyük atılımların ve dönüşümlerin kaynağı, sınıf mücadeleleri, üretim, bilim değil, arzular ve içgüdülerdir.” Derken sanki yanılmıyor gibi miydi acaba?
Medeniyetimizin değerlerine dönüp dünyaya y6eniden baktığımızda Yüce Allah’ın insanlığa çağrısı sadece dünya dönük değil ahirete de dönüktür elbette.
Günümüz dünyasında Musa’lar da, firavunlarda yaşıyor, insanlıkta, gavurlukta devam ediyor...
Üzerine kafa yorulması gereken asıl soru şu; bölgemizde derin siyasi oluşumlar, geleceğe dönük bölüşümler yapılırken, Türkiye içten ve dıştan kuşatılırken, millet olarak neler yapıyoruz? Siyasi ittifaklar bu oluşumların neresinde kalıyor?
Peki, biz bireysel olarak bunların neresindeyiz? Biz bunlara külliyen uzak mıyız yada ne kadar uzaktayız?
Cumhur ittifakının beş yıl önceki yürüyüşüne bakıldığında neler yaşandı? Neden büyük şehirler kaybedildi? Cumhur İttifakının içinde yer alanlar, teşkilatlarda aktif görevde olanlar, aktif görev ve sorumluluktan kaçanlar, aktif görevi, makamı kendi hakkı sananlar, dört elle dünyalık değerlere sarılıp dörtnala koşanlar, mahallede olanlar, sokakta olanlar ve sıradan insanlar; hiç düşünmüşler mi her birilerimiz ne yanlışlıklar, ne eksiklikler yapmışız?
Cumhur ittifakı özelinde yeniden tarih tekerrür ederse, yapıyormuş gibi, çalışıyormuş gibi yapanların vebali ne olacak? Sorumluluklar, eksiklikler, suçlar, yükümlülükler, bedel olarak kesilen fatura ederleri ne olacak?
Cumhur İttifakı özelinde İstanbul, Ankara önceliğinde büyük şehirler, diğer iller, ilçeler ve beldeler 31 Mart seçimlerinde yeniden nasıl şekillenecekler? Kayıplar mı çoğalacak? Kazançlar mı çoğalacak?
Böyle bir zaman diliminde, kardeşler kardeşleri kuyulara itelemekle, kardeşleri görmemekle, kamuflajlar uygulamakla başarıya mı koşacaklar, ganimete mi ulaşır olacaklar?
Dava kardeşlerinin omuzlarına basarak, kardeşlerini öteye beriye iteleyerek, kardeşler arasından bir iki adım öne çıkarak kazandığını sananlar, makam, mevki sarhoşluğuna düşenler, mevziisini ve tutması gereken okçular tepesini terk etmekle zafer mi kazanacaklarını sanırlar?
Cumhur İttifakı İstanbul kazanamaz ise bu mesele ümmet coğrafyası için, Ortadoğu için kayıp mı olur? Geleceğe dönük kronikleşen bir yenilgi haline mi dönüşür? Acaba İstanbul kendi özelinde bir Endülüs vakasını mı yaşar?
Acı hatırası hep yüreğimizde kalan Viyana yenilgisi ve sonrası Osmanlıya biçilen yeni misyon Cumhur İttifakına da biçilir mi olacak? Çağ açıp çağ kapayan “Osmanlıda yeniliyormuş” düşüncesi Cumhur İttifakını gelecek zamanlarda kuşatmış mı olur? Yada Ümmet coğrafyası 2053, 2071, 2100 yıllarına yürümek isterken Elif Kuşağı Gençlerinin adil, yaşanılır yeni bir dünya kurma hayalleri çalınmış, umutları yıkılmış mı olur?
İstanbul’u, büyük şehirleri ve bu şehirlerin ilçelerini yeniden düşünmek gerekmez mi? Beş sene önceki İstanbul yürüyüşünde yapılan eksikliklere, hatalara, yanlışlara yeniden bakmak, yeniden çıkış yolları aramak ve yeniden düşünmek gerekmez mi?
Umrede ve hacda selamladığımız Hacer-ü'l Esved’in yerine konulma sırasında doğan tartışma ve kavgada ki Nebevi yöntem bir kez daha düşünüldüğünde ve yeniden medeniyet ölçekli yürüyüşlere, kardeşlik hukuku içinde onur duyarak başlamak gerekmez mi?
Geçmişin tekrarlarına baktığımızda; eğer tarihten ders almış olsaydı kişiler, hiçbir zaman eder miydi tarih, yeniden tekrar…
Selam ve selametlerle ahiru davaya enil hamdülillahi rabbil aleminnnn...
Comments